Bir arkadaşımla konuştum. Çok kilo aldım, sürekli yiyorum dedi. Hep açım dedi.
Bunları okuyunca neler düşündünüz, bilmiyorum. Ben orada en çok ‘açım’ kelimesini duydum, çünkü içinde her tür açlık vardı. Sevgi açlığı, destek açlığı, korunma açlığı…
Duymadan, duyularımızı kullanmadan dinlediğimizde ya da sadece iki gözümüzün baktığı perdede gördüklerimizi analiz ettiğimizde söylenecek, yargılayacak ne kadar çok şey bulabiliyoruz. Örneğin ‘yeme’ diyebiliyoruz rahatlıkla, diyet listelerinden ahkam kesebiliyor, bir sürü çözüm üretebiliyoruz.
Bıraktım, bunların karşımızdaki kişiyi rencide etmesini, üzmesini, kırmasını, yaralamasını, biz bunlara bu kadar enerji harcar,kafa patlatırken, acaba neden kaçıyoruz?
Bu durumu başka örneklerle değiştirebilir, aynı sonuca varabilirsiniz. Şimdi diyelim ki, Paris’te Eyfel Kulesi’ne çıktınız ve üçüncü paragraftaki durumu sonsuz olasılıkla yaşayabileceğiniz bir pencereden bakmak zorundasınız Paris’e. Nasıl hissederdiniz, neler görürdünüz?
Ve sonra başka bir pencereye gitme izniniz olduğunu öğrenseniz, aynı pencereden bakmaya devam eder miydiniz? Muhtemelen arkada göremediğiniz şeyleri merak eder, pencereyi değiştirirdiniz.
Peki, bu bakış açısı değişikliğini arkadaşınız, dostunuz, çocuğunuz, işiniz, eşiniz ya da para ya da kendiniz için yapmaya var mısınız?
Otomatikten çıkmaya hazır mısınız? Şu an bundan sonraki seçimlerinizin ilk anı olsa hangi pencereyi seçerdiniz?
